İçimiz Şiir
23 yaşında, sıradan insan. İnsanlara dökemediğim içimi, sizlerle paylaşmaya geldim.
1 Mayıs 2020 Cuma
En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?
19 Nisan 2020 Pazar
Suç ve Ceza - Dostoyevski
Dediğim gibi yazacak çok şey olduğundaj direkt Raskolnikov’ un cinayeti işlediği olaydan başlamak istiyorum. Raskolnikov maddi sıkıntılardan dolayı okulu bırakmış, yoksul bir genç. Para sıkıntısını bir nebze de gidermek için Alyona İvanovna’ ya bazı eşyalarını rehine olarak verip karşılığında para alıyor. Böyle böyle geçinmeye çalışıyor. Ve zaman geliyor ki bu maddi bunalımlar, tekrar okuluna başlamak istemesi, açlığı, annesi ve kız kardeşinin yarattığı sinir bozukluğu derken bir gün eline aldığı balta ile Alyona İvanovna’ yı öldürüyor. Alyona’ yı tam öldürmüşken odaya giren ve her şeye tanık olan Lizaveta İvanovna’ yı öldürüyor. Sonra paraları da alıp kaçıp evine geliyor ama Raskolnikov bu paraları saklıyor ve kullanmıyor. Raskolnikov’ un bu cinayeti işlemesinde daha bir sürü nedenler var aslında. Kafasında öyle şeyler var ki... Kendine “Napolyon ne yapardı” gibi sorular sorması ve onun düşündüğü gibi düşünmesi, ve kitabın 615. Sayfasında da Svidrigaylov’ unda dediği gibi “ amaçlanan şey iyi ise, işlenecek bir cinayet uygun görülebilir.!”
Aslında Raskolnikov o kötü kalpli kocakarıyı öldürüp maddi sıkıntıdan kurtulmak, hayatını düzene sokmak ve öğrenimine devam etmek istiyordu. Yani parayı iyi bir amaç uğruna harcayacaktı. O yüzden yapacağı şey doğru ve güzel bir şey ise o kocakarıyı öldürmenin insanlık ve kendisi için iyi bir şey olduğunun düşüncesinde idi.
Başka bir yorum yapılacak olursa, gene kitaptan alıntı:” Suç toplumsal düzenin bozukluklarına karşı bir protestodur.” sözüylede niyetini açıkca belirtiyor. Aslında Raskolnikov yaşadığı çevre, maddi sıkıntı, yalnızlık, içe kapanıklık yani ona acı veren her şey adına işledi bu cinayeti. Cinayetten sonra bazen üzüldü, bazense hiç üzülmedi. “ Ben o gün kocakarıyı değil, kendimi öldürdüm!” sözü bu teoriyi kanıtlar niteliğindedir. Bazı zamanda ise “ Ben öylece öldürdüm; kendim için, yalnızca kendim için yaptım bunu.” dedi. “ O sıralar öğrenmek istediğim şey bambaşkaydı, bambaşka bir şey vardı: Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim? Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi? Raskolnikov aslında bu cinayeti işleyerek baş kaldırma olayını yaşattı bizlere. Zengin- fakir, üst tabaka-alt tabaka olayı yüzünden de işledi bu cinayeti. Halkın üst tabakasında yaşayan insanlara bir baş kaldırmaydı bu, bir devrim! Her şeye sahip olan ve diğer tabakaları küçümseyen zenginlere ithafen işledi. “ Kendileri milyonlarca insanın canına okuyorlar. Üstelik de bunu erdem sayıyorlar.” gerçekte öyle değil mi? O bu paraları alıp her şeyi yoluna koymak istiyordu sadece. Ve belkide bu cinayeti işleme sebebini en iyi anlatan cümlelerden biri:
“Ben bir insan öldürmedim, ben bir ilkeyi öldürdüm.”
Kitapta karakterlerin birbirleriyle inanılmaz güzel diyalogları var. Raskolnikov’ un dergiye yazdığı makale üzerine konuştukları yer, Raskolnikov’un Sonya’ ya itiraf etmesi, Raskolnikov’ un Porfini ile hem karakolda hem de evde konuştukları yer beni çok etkilemiştir. Ah Raskolnikov!
Daha yazılacak çizilecek o kadar çok şey var ki! Dostoyevski’nin de dediği gibi “Ama burada yeni bir öykü başlıyor: Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünya dan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü... ve bu öykü yeni bir kitabın konusu olabilir. Bizim şimdiki öykümüzse burada bitiyor.
13 Nisan 2020 Pazartesi
Sahil
Yavaş yavaş bir banka oturdu. Baktı, baktı ve saatlerce bakmaya devam etti. İçinden atamadığı, onun kafasını meşgul eden hep bir şeyler vardı. Acı çekiyor ama bir o kadar da bu acıdan keyif alıyor gibiydi. Elinde olsa şuan da gökyüzüne kanat açıp, bütün acılarını arkasında bıraktıktan sonra da en sert bir şekilde çakılmak istiyordu yere. Demek ki onun için acılarını hafifletmek ya da tümden yok etmek önemli değildi. Önemli olan tamamen bütün hayatının sona ermesiydi. Bunu yapamayacağını da adı gibi biliyordu. Zayıflığı sadece fiziksel olarak değil ruhsal anlamda da geçerliydi. Bankta otururken şöyle düşündü:
” Ne vardı bütün her şeyi şu denize döksem... Adaletsizlikler, haksızlıklar, olmayacak hayallerim, biten dostluklarım, nefretim, öfkem... Hepsini hemen burada şu denize döksem. Akıtsam bütün zehrimi. Ben, ben olmaktan çıksam sonra. Onların istediği gibi biri değil de kendi istediğim gibi biri olsam? Bitecek mi bütün bunların hepsi şimdi? Gene hiçbir şeyi halledemeden mi gideceğim eve?”
Neredeyse buraya her hafta gelir, yine aynı şeyleri düşünür ama hiçbir şeyi halledemeden evin yolunu tutardı. Diğer günlerde olduğu gibi bugün de hiçbir şeyi halledememişti. Artık tatlı dediği o rüzgar saçlarının arasından girip bütün bedeninde ürpertiye yol açıyor, bütün insanların onu üşüttüğü gibi üşütüyordu. Bir şey vardı, sadece bir şey. Hayatında öyle bir şey eksikti ki hiçbir şey buna çare olamıyordu. Bozuk olan parçayı bilmediği için tamir de edemiyordu. O sanki bütün insanlığın çekeceği acıları fedakarlık yapıp kendi üstüne almıştı. Gözlerinden süzülen gözyaşlarını bile silecek gücü bulamıyordu kendinde. Acaba o gözyaşlarını silecek biri mi eksikti? Kafasında hiçbir şeyi çözemeden kalktı yerinden. Sakince terliklerini giydi, güneş çoktan batmıştı. Yürürken yüzünde oluşan tebessüm artık yok olmuş, yerine gözyaşlarını bırakmıştı. Biliyordu, çözülemeyecekti bu düğüm.
3 Mart 2020 Salı
Keşke
25 Ağustos 2019 Pazar
Oysa daha yirmi beş yaşımı dahi görmeden
11 Şubat 2018 Pazar
Eski dostlar, eski anılar
Üzerime yağan yağmurların sebebini, gökyüzünden yüzülen yağmur damlaları mı zannediyorsun? Tabii ki öyle zannedirsin. En son ne zaman birine gerçekten "nasılsın?" dedin. Ya da ne zaman umurunda oldu iyi olup olmadığı ? Ne kadar nankörüz, ne kadar... Sadece işimiz düştüğünde arayıp sorduğumuz arkadaşlar, gördüğümüz de kafamızı çevirdiğimiz eski dostlar... Neredeler, ne yapıyorlar, kimleler?
Doğum gününde saat 00.00' da doğum günü mesajı atan arkadaşların şimdi doğum gününü hatırlamıyor değil mi ? Ne acı. Sadece biz değil, karşımızdaki insanlar da artık hatırlamıyor, aramıyor, sormuyor, merak etmiyor. Herkes kendi derdin de. Konuşmalar yok, gülüşmeler zaten çoktan gömüldü çukura. Nefes alan bu bedenimiz de her gün değişmeler oluyor fakat dünyanın akışında en ufak bir değişme yok. Herkes kendi derdinde. Bir köşede öylece kendi yağımızda kavruluyoruz. Arada sırada görüştüğümüz insanlar dışında içimize kapanmadık mı sanki?
Hatırlıyor musun arkadaşınla ilk okulu ektiğin o macerayı? Ne eğlenceliydi. Ama hangisiydi, kimdi? Şimdi hatırladın çünkü bayadır aklına gelmemişti. Büyümüşsün gibi sinemaya gittiğin, dondurma yediğin, gezdiğin, ayak bastığınız o yerler... Hala yerinde duruyor her şey biliyorsun. Ama o yanında değil. Tabii ki şimdi diyeceğin şey "Lise, üniversite derken ayrıldı yollarımız." En güzel bahanedir. En güzel. Şunu düşün. Demek ki ne sen onu ne o seni o kadar dost görmemiş. Öyle olsaydı yanında olurdu,olurdun.
Hayat bahanelerin arkasına saklanmak için çok kısa emin ol. Bahanelerin tükendiğin de sende tükenirsin çünkü. Şimdi gurur yapma, zamana aldırış etme, oydu buydu deme.! Elinden indirmediğin telefonunu eski dostlarının hatrını sormak için kullan bir kerede.
2 Şubat 2018 Cuma
Netoçka Nezvanova - Dostoyevski
- Gözünü karartmak da bazen amacına ulaştırır insanı. Amacına ulaşmayacağını bilsen bile bile devam et. Sonuç ne olursa olsun kaybetmezsin,kazancınsa büyük olur.
- Çünkü kendilerini aşağılanmış, ezilmiş saymayı, bundan yüksek sesle yakınmayı çok seven insanlar vardır. Bu yaradılışta olanlar, değeri bilinmeyen büyüklerinin önünde, için için saygıyla eğilerek kendilerini avuturlar.
- Kendimi anlamaya başladığım günler acı, buruk bir izlenim bırakmıştır bende.
- Yüreğim ta baştan yaralanmış.
- Daha dokuz yaşında bir çocukken, akşamları yırtık entarimi annemin hırkasıyla örtüp, elimde birkaç kapik, şeker, çay ya da ekmek almak için bakkala giderken bile merdivende ya da sokakta karşılaştığım insanları öylesine merakla incelemeye beni zorlayan güç neydi acaba
- Önemsiz bazı anılarım şimdi acı veriyor bana. Ruhumu sarsıyor.
- Anımsıyorum, yalnızlığım, bozmaya bir türlü cesaret edemediğim sessizliğim giderek daha ağır gelmeye başlamıştı bana
- Çok yavaş iyileşiyordum(...)Başımdan geçenleri uzun süre anlayamadım.Düş gördüğümü sandım anlar oluyordu. Anımsıyorum, bütün bunların düş olmasını çok istiyordum!
19 Ocak 2018 Cuma
Paulo Coelho - Simyacı
- Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor. (syf: 27)
- Ama düşler, Tanrı'nın diliyle konuşurlar. Tanrı dünyanın diliyle konuşursa bunun yorumunu yapabilirim. Ama senin ruhunun diliyle konuştuğu zaman bunu yalnızca sen anlayabilirsin. (syf:29)
- İnsan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. (syf:32)
- Bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, Evrenin Ruhu'nda bu istek oluşu. Bu senin yeryüzündeki özel görevindir. (syf:39)
- Tanrı, herkesin izlemesi gerekn yolu yeryüzüne çizmiştir, yazmıştır. Senin yapman gereken, senin için yazdıklarını okumak yalnızca. (syf:45)
- Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak . (syf:72)
- Çünkü her şeye sahip olacağımı biliyorum ve istemiyorum bunu. (syf:76)
- Çünkü ben ne geçmişte, ne de gelecekte yaşıyorum. Benim yalnızca şimdim var ve beni sadece o ilgilendirir. Her zaman şimdşde yaşamayı başarabilsem mutlu bir insan olursun. (syf:106)
1 Ocak 2018 Pazartesi
Ernest Hemingway - Yaşlı Adam ve Deniz
Ernest Hemingway - Yaşlı Adam ve Deniz |
Santiago, 84 gündür sandalıyla açık denizin sularına açılmış ve bir tane bile balık tutamadan evine dönmüş yaşlı bir balıkçıdır. Santiago'nun yanında onu çok seven, ondan öğrenecek çok şeyi olduğunu düşünen Manolin de vardır. Bu ikili aralarında yaş farklı olmasına rağmen biz gençlerin kuramadığı dostluğu kurmuşlardır. Santigo, uzun süredir balık tutamadığı için Manolin'in ailesi oğullarını balık tutan başka bir balıkçı teknesinin yanına vermişlerdir .Yine de küçük Manolin yaşlı adamı her gün ziyaret etmekten, ona kahve ve yiyecek götürmekten vazgeçmez.
Yaşlı Adam, 85.günün de artık kısmetinin açılacağını düşünerek Gulf Stream’in soğuk sularına sandalıyla birlikte açılmıştır. Kıyıdan epey bir uzak, denizin en koyu olduğu yere iplerini sulara bırakır ve başlar beklemeye. Bir süre sonra iplerinden birine bir balık takıldığını anlar ve başlar çekmeye. Ama oda ne ! Balık o kadar büyüktür ki Yaşlı Adam bir türlü ipi çekemez. Balıkla bir süre inatlaşmaya başlarla ve balık sandalı günlerce sürüklemeye başlar. Yaşlı Adam da ipi bırakmaz. Anlar çünkü 85 gün sonra kısmetinin açıldığı (acaba?). Kendini kanıtlamanın yoludur bu onun için. Bu koskoca balığı alıp evine götürecek ve tekrar herkesin güvenini kazanacaktır. Ama balıkla birlikte günleri oldukça yorgun geçer. Susar, karnı acıkır, uyumak ister. Balık bunlara mani olur. Bir süre sonra balığı vurur ve sandalına yükler. Balık olarak büyüktür ki sandala tam olarak sığmaz bu yüzden başı sefer köpek balıklarıyla derde girer. Köpek balıklarından biri balığın kuyruğunu koparır, diğeri başka bir yerini derken, Yaşlı Adam eve vardığında balıktan geriye neredeyse sadece kafası kalmıştır. Görenler şaşkınlık içerisindedir.
Ernest Hemingway bu romanında esasen bize: umudu, her şeye rağmen pes etmemeyi, inancı öğretmiştir. 600-700 kiloluk bir balıkla yaşlı bir balıkçı nasıl mücadele eder değil mi ? Sadece fiziksel bir güçle yenmedi onu. Pes etmedi, yitirmedi bizim gibi hemen umudunu. Kitabı okurken köpek balıklarının saldırısından birinde öleceğini tahmin etmiştim ama öyle olmadı. Biz hemen kötüsünü düşünüyoruz ama Ernest Hemingway asla öyle düşünmedi. Kitabın en sevdiğim sözlerinden birini buraya ekleyerek kitabı kesinlikle okumanızı tavsiye ediyorum. Herkese iyi günler :)
➤“İnsan, yenilmek için yaratılmadı. Ademoğlu mahvolur ama yenilmez.”
➤"Ama her şeye karşın şu küçücük değnek kalana kadar savaştan kaçmak yok"
Bilgi Yayınları, 17.baskı
18 Aralık 2017 Pazartesi
Kaçıncı kadeh bu kederin
Bak bana, üşüyorum
Bilmediğin çok uzak yerlerdeyim
Senden, herkesten uzakta
Yoklunun bilinmez bir kaosu içindeyim
Düşüyorsun aklıma hiç olmadık yerde
Yüzüm, gözüm pas içindeyim
Ne koşabiliyorum yanına, ne yürüyorum
Ben senin olduğun yere uçarak gelmek istiyorum
Kırma kanatlarımı yağmur, yorma, incitme
Onu görmem gerek ölürüm yoksa
Bir nefes, bir nefes daha
Almalıyım artık çölün ortasında
Duyuyorsan ben i kulak vermelisin şimdi
Ben senden bir yudum su isterken
Sen kimlere bahşettin denizini
17 Aralık 2017 Pazar
Hangi acıyla büyüttüm bedenimi ben ?
Düşündüm bir gece, iki gece, üç gece... Düşündüm de bulamadım ben hiçbirinin cevabını. Tam olarak kaçıncı aydı, kaçıncı mevsimdi, yıldı? Kederlenişimin kaçıncı milatıydı? Bulsaydım bunların cevaplarını yokuş aşağı yağmurda süzülen sular gibi sürükleniyor olmazdım şimdi. Bile bile yürümezdim kederin çizgisinden. Mutsuzluk kavramını bir tercih haline getirmezdim. Tercih değil mi ? Bence öyle. Hele ölünceye kadar kalbinizin, aklınızın köşesinden hiçbir zaman silinmeyecek bir yara, zorla sana dayatılan bir sahne varsa hayatınızda artık mutsuzluk bir tercih haline gelmiştir. Artık hiç mutlu olmayacağınıza kendinizi inandırır, mutsuz olmakla barışırsınız ve mutlu bir an olsa bile hayatınızda gülmemeyi tercih edersiniz. Bilirsiniz çünkü mutluluğun geçici, mutsuzluğun kalıcı olduğunu. Hele bağıra bağıra gözyaşlarıyla ıslattığın yanaklarını tek başına silmek zorundaysan anlıyorsun mutsuzluğun bir tercih olduğunu.
En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?
'En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı? ' diyor Reşat Nuri Gültekin. Düşün, gece boyunca ağlıyorsun, artık gözyaşları...
-
'En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı? ' diyor Reşat Nuri Gültekin. Düşün, gece boyunca ağlıyorsun, artık gözyaşları...
-
Aslında benim bütün derdim kendimle. Tabii elimde olmayan sebeplerden ötürü hayatımın mahvoldu durumlar çok fazla ama gene de kafa...