Parçalanıyorum yavaş yavaş. Büyüdükçe ağarmaya başlayan saçlarım gibi tükeniyor hayatım. Oysa daha yirmi beş yaşımı dahi görmeden. Tükeniyor her şey, her geçen nefesimden. Bir ok gibi delip geçiyor hayat beni, ben istemeden. Her şey benim haricimde gerçekleşiyor. Bir söz hakkı dahi tanımıyor bana. Oysa ne hayallerle, ne umutlarla büyütmüştüm içimde hiç büyümeyen çocuğu. Her gün dertsiz tasasız parka götürdüğüm, oyunum yarıda kalmasın diye annemden salçalı ekmek istediğim, sırtım terliyor diye havlu koyduğum o çoçuğun artık şakakları kırışıyor. Oysa daha yirmi beş yaşımı dahi görmeden.
Durup dururken gözlerim doluyor.
Babamın ateri oynarken bitirdiği oyun sonunda ekrana çıkan prensesleri düşünüyorum. Öyle beklerdim ki oyun sonunun gelmesini... Hayatımda hiçbir şeyi bu kadar bekleyeceğimi düşünmezdim. Sonra anladım ki bekleyeceğim daha çok şey varmış meğer. Oysa daha yirmi beş yaşımı dahi görmeden.
Kaybettiklerimi düşünüyorum. Zihnimde ve ruhumda yitirdiklerimi değil. Kanlı canlı yanında oturup, sohbet ettiğim insanların gidişlerini hissediyorum yüreğimde. Lise ikinin başında nöbetçi öğrencinin beni dersten çıkarıp müdürün odasına götürdüğünde ablamı ve kuzenimi gördüğüm o anı anımsıyorum. Sonra bana verdikleri ölüm haberinin içimde yaktığı o kor ateşi. Henüz yaşım on beş. Şimdi diyorum ki ölmeseydi nasıl olurdu her şey? Bi nebze aile buluşmalarımız, bayram görüşmelerimiz daha neşeli geçerdi. Kimsenin gözleri dolmazdı, dudaklarının arasındaki o gülmeler gerçek olurdu, candan olurdu. O, bizlerin doğum gününde sehpa aranırken yere yatar, bize sehpa olur, pastamız onun sırtında üflenirdi. Keşke diyorum keşke... Başım ağrıyor.
Şimdi hiç bilmediğim bir aksanda bilmediğim bir melodi çınlıyor kulaklarımda. Gözlerim doluyor. Parmaklarımın arası kan içinde. Oysa daha yirmi beş yaşımı dahi görmeden.