19 Nisan 2020 Pazar

Suç ve Ceza - Dostoyevski



Raskolnikov karakteri oturup saatlerce üzerine konuşulacak tek karakterlerden biridir. Söylenecek o kadar şey var ki... O yüzden sakince yavaş yavaş yazmaya çalışacağım.
Dediğim gibi yazacak çok şey olduğundaj direkt Raskolnikov’ un cinayeti işlediği olaydan başlamak istiyorum. Raskolnikov maddi sıkıntılardan dolayı okulu bırakmış, yoksul bir genç. Para sıkıntısını bir nebze de gidermek için Alyona İvanovna’ ya bazı eşyalarını rehine olarak verip karşılığında para alıyor. Böyle böyle geçinmeye çalışıyor. Ve zaman geliyor ki bu maddi bunalımlar, tekrar okuluna başlamak istemesi, açlığı, annesi ve kız kardeşinin yarattığı sinir bozukluğu derken bir gün eline aldığı balta ile Alyona İvanovna’ yı öldürüyor. Alyona’ yı tam öldürmüşken odaya giren ve her şeye tanık olan Lizaveta İvanovna’ yı öldürüyor. Sonra paraları da alıp kaçıp evine geliyor ama Raskolnikov bu paraları saklıyor ve kullanmıyor. Raskolnikov’ un bu cinayeti işlemesinde daha bir sürü nedenler var aslında. Kafasında öyle şeyler var ki... Kendine “Napolyon ne yapardı” gibi sorular sorması ve onun düşündüğü gibi düşünmesi, ve kitabın 615. Sayfasında da Svidrigaylov’ unda dediği gibi “ amaçlanan şey iyi ise, işlenecek bir cinayet uygun görülebilir.!”
Aslında Raskolnikov o kötü kalpli kocakarıyı öldürüp maddi sıkıntıdan kurtulmak, hayatını düzene sokmak ve öğrenimine devam etmek istiyordu. Yani parayı iyi bir amaç uğruna harcayacaktı. O yüzden yapacağı şey doğru ve güzel bir şey ise o kocakarıyı öldürmenin insanlık ve kendisi için iyi bir şey olduğunun düşüncesinde idi.
Başka bir yorum yapılacak olursa, gene kitaptan alıntı:” Suç toplumsal düzenin bozukluklarına karşı bir protestodur.” sözüylede niyetini açıkca belirtiyor. Aslında Raskolnikov yaşadığı çevre, maddi sıkıntı, yalnızlık, içe kapanıklık yani ona acı veren her şey adına işledi bu cinayeti. Cinayetten sonra bazen üzüldü, bazense hiç üzülmedi. “ Ben o gün kocakarıyı değil, kendimi öldürdüm!” sözü bu teoriyi kanıtlar niteliğindedir. Bazı zamanda ise “ Ben öylece öldürdüm; kendim için, yalnızca kendim için yaptım bunu.” dedi. “ O sıralar öğrenmek istediğim şey bambaşkaydı, bambaşka bir şey vardı: Ben de herkes gibi bir bit miydim, yoksa bir insan mı? Önüme çıkan engeli aşabilir miydim, aşamaz mıydım? Eğilip iktidarı yerden almaya cesaret edebilecek miydim, edemeyecek miydim? Titreyen bir yaratık mıydım, yoksa hakları olan biri mi? Raskolnikov aslında bu cinayeti işleyerek baş kaldırma olayını yaşattı bizlere. Zengin- fakir, üst tabaka-alt tabaka olayı yüzünden de işledi bu cinayeti. Halkın üst tabakasında yaşayan insanlara bir baş kaldırmaydı bu, bir devrim! Her şeye sahip olan ve diğer tabakaları küçümseyen zenginlere ithafen işledi. “ Kendileri milyonlarca insanın canına okuyorlar. Üstelik de bunu erdem sayıyorlar.” gerçekte öyle değil mi? O bu paraları alıp her şeyi yoluna koymak istiyordu sadece. Ve belkide bu cinayeti işleme sebebini en iyi anlatan cümlelerden biri:
“Ben bir insan öldürmedim, ben bir ilkeyi öldürdüm.”

Kitapta karakterlerin birbirleriyle inanılmaz güzel diyalogları var. Raskolnikov’ un dergiye yazdığı makale üzerine konuştukları yer, Raskolnikov’un Sonya’ ya itiraf etmesi, Raskolnikov’ un Porfini ile hem karakolda hem de evde konuştukları yer beni çok etkilemiştir. Ah Raskolnikov!

Daha yazılacak çizilecek o kadar çok şey var ki! Dostoyevski’nin de dediği gibi “Ama burada yeni bir öykü başlıyor: Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünya dan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü... ve bu öykü yeni bir kitabın konusu olabilir. Bizim şimdiki öykümüzse burada bitiyor.

13 Nisan 2020 Pazartesi

Sahil


Temmuz ayında bir akşamüstüydü. Akşam üstleri ona hem hüznü hem mutluluğu hatırlatıyordu. Hava ne aydınlık, ne karanlık... Yavaş yavaş sesler kesilmiş, insanlar evlerine gitmişti. Bir şeyleri yapmak için ne çok geç ne çok erkendi onun için. Kısacık saçlarının arasına giren rüzgar, üstünde ipince uzun bir elbise, terliklerini çıkarmış yürüyordu sahilde nereye gittiğini bilmeden. Gözlüğünü çıkardı ve çıplak gözle batan güneşin kızıllığına bıraktı kendi. Batan gerçekten güneş miydi onun için? Peki denize bakarken usul usul atamadığı neydi içinden? Boşverdi. Tekrar yürümeye başladı. Ayaklarının altına batan tortuları da artık umursamıyordu. Üstündeki elbiseyi çıkarıp kendini denize bırakmak istiyordu. Hafif, çok hafif olmak istiyordu bu hayatta. Bu yüzden de zaten zayıftı. Fazla yemek yemeği sevmez, kendini rahat hissetmek isterdi. Başkaları onun bu zayıflığına anlam veremezdi çünkü onlar hayatı doruklarında yaşamak, yemek, gezmek, eğlenmek isterlerdi. Ama onun tüm düşüncesi tamamen farklıydı. Onlar mı çok açgözlüydü, yoksa onun ki mi abartılıydı? Farketmezdi.

Yavaş yavaş bir banka oturdu. Baktı, baktı ve saatlerce bakmaya devam etti. İçinden atamadığı, onun kafasını meşgul eden hep bir şeyler vardı. Acı çekiyor ama bir o kadar da bu acıdan keyif alıyor gibiydi. Elinde olsa şuan da gökyüzüne kanat açıp, bütün acılarını arkasında bıraktıktan sonra da en sert bir şekilde çakılmak istiyordu yere. Demek ki onun için acılarını hafifletmek ya da tümden yok etmek önemli değildi. Önemli olan tamamen bütün hayatının sona ermesiydi. Bunu yapamayacağını da adı gibi biliyordu. Zayıflığı sadece fiziksel olarak değil ruhsal anlamda da geçerliydi. Bankta otururken şöyle düşündü:

” Ne vardı bütün her şeyi şu denize döksem... Adaletsizlikler, haksızlıklar, olmayacak hayallerim, biten dostluklarım, nefretim, öfkem... Hepsini hemen burada şu denize döksem. Akıtsam bütün zehrimi. Ben, ben olmaktan çıksam sonra. Onların istediği gibi biri değil de kendi istediğim gibi biri olsam? Bitecek mi bütün bunların hepsi şimdi? Gene hiçbir şeyi halledemeden mi gideceğim eve?” 

Neredeyse buraya her hafta gelir, yine aynı şeyleri düşünür ama hiçbir şeyi halledemeden evin yolunu tutardı. Diğer günlerde olduğu gibi bugün de hiçbir şeyi halledememişti. Artık tatlı dediği o rüzgar saçlarının arasından girip bütün bedeninde ürpertiye yol açıyor, bütün insanların onu üşüttüğü gibi üşütüyordu. Bir şey vardı, sadece bir şey. Hayatında öyle bir şey eksikti ki hiçbir şey buna çare olamıyordu. Bozuk olan parçayı bilmediği için tamir de edemiyordu. O sanki bütün insanlığın çekeceği acıları fedakarlık yapıp kendi üstüne almıştı. Gözlerinden süzülen gözyaşlarını bile silecek gücü bulamıyordu kendinde. Acaba o gözyaşlarını silecek biri mi eksikti? Kafasında hiçbir şeyi çözemeden kalktı yerinden. Sakince terliklerini giydi, güneş çoktan batmıştı. Yürürken yüzünde oluşan tebessüm artık yok olmuş, yerine gözyaşlarını bırakmıştı. Biliyordu, çözülemeyecekti bu düğüm. 

En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?

   'En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı? ' diyor Reşat Nuri Gültekin. Düşün, gece boyunca ağlıyorsun, artık gözyaşları...