13 Nisan 2020 Pazartesi

Sahil


Temmuz ayında bir akşamüstüydü. Akşam üstleri ona hem hüznü hem mutluluğu hatırlatıyordu. Hava ne aydınlık, ne karanlık... Yavaş yavaş sesler kesilmiş, insanlar evlerine gitmişti. Bir şeyleri yapmak için ne çok geç ne çok erkendi onun için. Kısacık saçlarının arasına giren rüzgar, üstünde ipince uzun bir elbise, terliklerini çıkarmış yürüyordu sahilde nereye gittiğini bilmeden. Gözlüğünü çıkardı ve çıplak gözle batan güneşin kızıllığına bıraktı kendi. Batan gerçekten güneş miydi onun için? Peki denize bakarken usul usul atamadığı neydi içinden? Boşverdi. Tekrar yürümeye başladı. Ayaklarının altına batan tortuları da artık umursamıyordu. Üstündeki elbiseyi çıkarıp kendini denize bırakmak istiyordu. Hafif, çok hafif olmak istiyordu bu hayatta. Bu yüzden de zaten zayıftı. Fazla yemek yemeği sevmez, kendini rahat hissetmek isterdi. Başkaları onun bu zayıflığına anlam veremezdi çünkü onlar hayatı doruklarında yaşamak, yemek, gezmek, eğlenmek isterlerdi. Ama onun tüm düşüncesi tamamen farklıydı. Onlar mı çok açgözlüydü, yoksa onun ki mi abartılıydı? Farketmezdi.

Yavaş yavaş bir banka oturdu. Baktı, baktı ve saatlerce bakmaya devam etti. İçinden atamadığı, onun kafasını meşgul eden hep bir şeyler vardı. Acı çekiyor ama bir o kadar da bu acıdan keyif alıyor gibiydi. Elinde olsa şuan da gökyüzüne kanat açıp, bütün acılarını arkasında bıraktıktan sonra da en sert bir şekilde çakılmak istiyordu yere. Demek ki onun için acılarını hafifletmek ya da tümden yok etmek önemli değildi. Önemli olan tamamen bütün hayatının sona ermesiydi. Bunu yapamayacağını da adı gibi biliyordu. Zayıflığı sadece fiziksel olarak değil ruhsal anlamda da geçerliydi. Bankta otururken şöyle düşündü:

” Ne vardı bütün her şeyi şu denize döksem... Adaletsizlikler, haksızlıklar, olmayacak hayallerim, biten dostluklarım, nefretim, öfkem... Hepsini hemen burada şu denize döksem. Akıtsam bütün zehrimi. Ben, ben olmaktan çıksam sonra. Onların istediği gibi biri değil de kendi istediğim gibi biri olsam? Bitecek mi bütün bunların hepsi şimdi? Gene hiçbir şeyi halledemeden mi gideceğim eve?” 

Neredeyse buraya her hafta gelir, yine aynı şeyleri düşünür ama hiçbir şeyi halledemeden evin yolunu tutardı. Diğer günlerde olduğu gibi bugün de hiçbir şeyi halledememişti. Artık tatlı dediği o rüzgar saçlarının arasından girip bütün bedeninde ürpertiye yol açıyor, bütün insanların onu üşüttüğü gibi üşütüyordu. Bir şey vardı, sadece bir şey. Hayatında öyle bir şey eksikti ki hiçbir şey buna çare olamıyordu. Bozuk olan parçayı bilmediği için tamir de edemiyordu. O sanki bütün insanlığın çekeceği acıları fedakarlık yapıp kendi üstüne almıştı. Gözlerinden süzülen gözyaşlarını bile silecek gücü bulamıyordu kendinde. Acaba o gözyaşlarını silecek biri mi eksikti? Kafasında hiçbir şeyi çözemeden kalktı yerinden. Sakince terliklerini giydi, güneş çoktan batmıştı. Yürürken yüzünde oluşan tebessüm artık yok olmuş, yerine gözyaşlarını bırakmıştı. Biliyordu, çözülemeyecekti bu düğüm. 

1 yorum:

  1. Fulden Karameşe14 Nisan 2020 04:00

    Ömrün hep sahil kenarı gibi; sessiz, sakin ve yalnız.
    Elbet çiçekler açar...

    YanıtlaSil

En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı?

   'En uzun, en çaresiz geceni düşün. Sabah olmadı mı? ' diyor Reşat Nuri Gültekin. Düşün, gece boyunca ağlıyorsun, artık gözyaşları...